Senle Değil Benim Kavgam | 2.Bölüm

Çevresine kendi elleriyle bir duvar örmüştü. Otuz beş sene boyunca bu duvarların arasında yaşamaktan hiç şikayeti olmamıştı. Şimdiyse ne yapacağını bilemiyordu.

Duygularını serbest bırakmak, içinden geldiği gibi davranmak istiyordu ama korkuyordu. Oğuz’u çok seviyor ama yaralanmaktan korktuğu için bunu tam olarak gösteremiyordu. Üç aydır birlikteydiler, bir kere bile onu sevdiğini söyleyememişti.

—Erkeklere güvenilmez kızım, derdi annesi. Sen onun için hayatından vazgeçersin, onun için yaşarsın; onlarsa daima kendi hayatlarını yaşarlar.

Aslında için için de olsa beyaz atlı prens efsanesinin gerçek olduğuna inanmak isterdi. Onu koşulsuz sevecek, aldatmayacak gerçek bir sevgili. Bu hayalin gerçek olmasını istese de asla dillendirmezdi. Hatta aşka ve masallara inanan arkadaşlarıyla acımasızca dalga geçerdi. Arkadaşları, onu duygusuz olmakla suçlarlardı. Gerçek Dilek’i tanıyan tek bir kişi bile yoktu bu dünyada.

Duygusuz değildi Dilek ama duygularını gizlemekte çok başarılıydı. Otuz beş senelik hayatında, kimsenin yanında değil ağlamak, gözlerinin dolmasına bile izin vermemişti. Güçlü, kontrollü, kendinden emin bir kadındı o. Herkes öyle olduğunu düşünüyordu. Her sorunun üstesinden kolayca gelir, hayatını düzenli bir şekilde yaşar, asla hata yapmaz, gereksiz ve aşırı tepkiler vermezdi. Şimdiyse hayatıyla hesaplaşıyordu Dilek. Belki de yanılmıştı. Belki de tüm hayatını yanlış yaşamıştı. Belki de farklı davranmalıydı. Belki de… Nasıl?

Oğuz onu ilk öptüğünde ne yapacağını bilememişti. Dudaklarını dudaklarında hissetmek, bütün vücudunun titremesine sebep olmuştu. Çok güzeldi. Hayal ettiğinden çok daha büyüleyici bir yakınlaşmaydı aralarında yaşanan. Bu öpüşmenin bitmemesini, dakikalarca sürmesini istiyordu. Oğuz’un kolları vücudunu sarmalamıştı. O da ona sarılmak, tenini teninde hissetmek istiyordu. Tüm bedeni bu arzuyla yanarken kafasının içinde birbirinden farklı ve birbirine karşıt düşünceler acımasızca tepinmeye başlamıştı.

“Ya hafif bir kadın olduğumu düşünürse.”
“Benim nasıl bir kadın olduğumu o çok iyi biliyor.”
“Hafif bir kadın gibi davranma.”
“Hafif bir kadın nasıl olur?”
“Sevdiğiyle sevişmek bir kadını neden hafifletsin?”
“Ya istediği sadece benimle yatmaksa…”
“Ben de onunla yatmak istiyorum ama…”
“Ya beni kullanıp bir kenara atarsa…”
“Kullanılmak da ne demek, kağıt mendil misin sen?”

Hayatın ve yaşanılanların yıllar boyunca zihnine doldurduğu gerekli gereksiz tüm cümle ve görüntüler, acımasızca su yüzüne çıkıyorlardı.

“Bizi dinle. Bırakma kendini. Şimdi mutlusun, zevkin doruklarındasın ama o seni bir kenara fırlattığında bu kadar zayıf davrandığın için pişman olacak, kendine kızacaksın.”

Halasının ağlamaktan şişmiş gözleri… “Beni benim istediğim gibi sevmedi asla.” Kim kimi nasıl sevmeliydi? Bunun ölçüsü, doğrusu neydi? Bizim sevdiğimiz bizi mutlaka ve bizce sevebilir miydi? Halası da üst katta oturan hukuk öğrencisi Ahmet’i sevememişti. “Ay, ne o öyle. Bütün yüzü sivilce içinde. Kupkuru, değnek gibi bir şey.”

Ama Halil öyle miydi? Aslan gibi delikanlıydı. O aslan gibi delikanlı, sonrasında halasının hayatını zindana çevirmişti. Aslan dediği adam, bir süre sonra gözüne domuz gibi görünmeye başlamıştı.

“Yapamam Oğuz.” Böyle demiş ve kendini onun kollarından alıvermişti. Hemen uzaklaşmasaydı kollarından, asla kopamayacağını çok iyi biliyordu. Oğuz anlayışla sıcacık öpmüştü onu. “Tamam canım, sen nasıl istersen.”

O böyle olmasını istemiyordu ki! O Oğuz’la hesaplamadan, sonunu düşünmeden defalarca sevişmek istiyordu. Yasaklar, günahlar sevince tüm anlamını kaybediyordu. Sevilenle yaşanan her şey günah olmaktan çıkıyor, kutsal bir eyleme dönüşüyordu.

Birden tarifi imkansız bir ölçüde onu özlediğini hissetti. Özlemi o kadar büyüktü ki bir an için sanki nefesi kesildi. Gözlerini kapadı, yüzünü avuçlarının arasına aldı. Alev alev yanıyordu. Hissettikleri anlaşılır, açıklanır gibi değildi.

Nerede olduğunu bilmediği bir adamı, tüm varlığıyla en yakınında hissediyor, deli gibi arzuluyordu. Sanki şu anda Oğuz’un kollarındaydı. Bedenini bedeniyle sarmalamış, dudaklarını yüzünde boynunda omzunda en çok da dudaklarında gezdiriyordu.

Onu ilk bu kanepede öpmüştü. Birden o an yeniden canlandı. Canlanmakla kalmadı en küçük ayrıntısına kadar yeniden yaşanmaya başladı. Ama bu sefer, Dilek kendini onun kollarında bıraktı. Ellerinin vücudunda dolaşmasına, vücudunun iyice vücuduna yapışmasına engel olmadı.

Kalbi deli gibi atıyordu. Yaşamak isteyip de yaşayamadıkları teker teker su yüzüne çıkıyordu. Birden gözlerini açtı. Sanki kısa bir süreliğine de olsa ruhu bedeninden değilse de içinde bulunduğu zaman ve gerçeklikten uzaklaşmıştı.

Tekrar gerçek zamana dönmeye çalıştı. Aşk gerçekten de zamanın ve mekânın dışında farkında olmadan yaşanan en büyük farkındalıktı. Sınırların dışına çıkıp gerçek beni bulmaktı. Gözlerini tekrar kapadı. Bunu yaşamaya gerçekten hazır mıydı?

Telefonu tekrar eline aldı…

Yayımlayan