Depresyon Üzerine Bir Deneme

  Tanımımca depresyon, sırtıma atıp yürümek zorunda olduğum yaralı bir hayvandı. Gittiğim her yere gelirdi. Benden biraz büyükçe, güçten düştükçe ağırlaşan, fikirlerime fısıltılarıyla müdahil, dumansı, siyah bir varlıktı. Kalbimi sıkan çıplak, sinsi pençelerdi. Gözlerime inen kalınca bir perdeydi. Beni daima kıskanan kötü bir ikiz kardeşti. Depresyon, yok olmak dışında benim için her şeydi. Uzuvlarımı kitleyen, aklımı bulandıran, kalbimi buran bir kasırgaydı; gelip geçti. Depresyonla yaşamak zordu. Okula gitmek, ders çalışmak, arkadaşlarımla buluşmak ise imkansızdı.

“Depresyon Üzerine Bir Deneme” okumaya devam et

Sulara Fısıldayan Kadınlar | 2.Bölüm

Suların hâkimleri, pek çok kültürde dişil varlıklardır. Tıpkı ay gibi… Kadınların yirmi sekiz günlük regl döngüsünü izleyen bu gök cismi, zamanın ritmini belirler. Bazı kültürlerde tanrı sayılan ay, çoğu inanç sisteminde tanrıça olarak yüceltilir.

Doğurganlık, soyun devamı için temel şarttır. Doğanın döngüsünde bu sürekliliği sağlayan başlıca unsur kadındır. Neslin varlığı onun doğurganlığına bağlıdır. Bu yüzden kadın, hem mitolojide hem yaşamın kendisinde “ana”dır.

“Sulara Fısıldayan Kadınlar | 2.Bölüm” okumaya devam et

Hayat Bir Çelişkiler Yumağı | 3. Bölüm

Bingöl, seni çatık kaşlı bir güneşle karşılamıştı. İstanbul’dakine benzemiyordu güneş burada. İzmir’dekine de benzemiyordu. İnsanları ısıtmak için değil de yakıp kavurmak için gökyüzünde duruyor gibiydi. Kızgın, acımasız, anlayışsız. Denizin olmadığı şehirde, güneş terk edilmiş mutsuz bir sevgili gibiydi.

“Hayat Bir Çelişkiler Yumağı | 3. Bölüm” okumaya devam et

Suları Koruyanlar : Periler ve Sahipler

Su kaynakları ve çeşmeler… Ne kadar sıradan görünür, değil mi? Oysa aslında sıra dışıdırlar. Çünkü bu kaynaklar, eski inançlara göre periler tarafından korunur. Anadolu’da bu periler, Yunan-Roma kültürünün bir parçası olarak Nimfheler (Nymphe) adını alır.

Peki ya 11.yüzyılın sonuna doğru resmi olarak Anadolu’ya akın akın gelen Türkler, yani tarihsel adlandırmayla Selçuklular?

“Suları Koruyanlar : Periler ve Sahipler” okumaya devam et

Hayat Bir Çelişkiler Yumağı | Bölüm 2

Aramak, sesini duymak istiyorsun. Sonra iki saat önce konuştuğunuz geliyor aklına, vazgeçiyorsun. Arkadaşlarıyla televizyonda futbol maçı izleyecekti, bölmek  istemiyorsun. Mutfak çok soğuk, üşüyorsun. Sobanın sıcağı çekiyor seni. Oturma odana dönüyorsun.

Aklında bugün sağlık ocağında yaşananlar. Beşinci kızını doğuran gencecik kadını düşünüyorsun. Hemen hemen seninle yaşıt. Sana göre değişebilecek kötü kader, bitmesi gereken bir talihsizlik; onun içinse kendi seçmediği ama itirazsız sürdüreceği yaşam, kaskatı bir gerçek.

“Hayat Bir Çelişkiler Yumağı | Bölüm 2” okumaya devam et

Bir Yaz Gezintisi

Bir gezintiden dönerken, opera ve bale binasının önünde birçok heykel gördüm. Ayrıca pul müzesini de gezdim. Pulların üzerinde önemli şahsiyetler, sonsuza dek sergilenecekleri o vitrinlerde köşelerini kapmışlar; cüsseli bakışlarıyla beni eziyorlardı. Sanki artık kimsenin heykeli dikilmeyecekmiş gibi; kimse o pullarda resmedilmeyecekmiş gibi geldi. Daha doğrusu, artık dünyada başarılacak bir şey kalmamış gibi… Sadece tüketmemiz; o efsaneleri anmamız ve ölmemiz gerekiyormuşçasına değersiz hissettim kendimi. Bu dünyadaki yerim neresi? Gaddar vezirlerin ve şahların gölgelerinde solmaya bırakılmış bir piyonum belki de. Fakat neden bir piyon gibi hissetmiyorum?

“Bir Yaz Gezintisi” okumaya devam et

Kaçan Değil Kovalayanın Kaybettiği Savaş!

“Doğu ve Orta Doğu için bir geminin daha önce hiç getirmediği kadar fazla katliam, sefalet ve yıkım getirmiştir.”
Winston Churchill

Pek çok atasözü vardır: Kaçanın anası ağlamamış, erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır, itle dalaşma çalıyı dolaş… Doğru ya da yanlıştır; genellikle lokal olaylarla ilgilidir bu sözler. Fazla uzatmayalım çünkü Ahmet ile Mehmet’i 14 kişi kovalarsa dünya tarihi değişmez.

“Kaçan Değil Kovalayanın Kaybettiği Savaş!” okumaya devam et

İnsanı Anlamak! Kendini Anlamak!

İnsan kimdir? Neden dünyaya gelmiştir? Bu dünya gerçek midir, illüzyon mudur? Herkesin bir fikrinin, cümlelerinin olduğu, yaşamda kendini bir canlı olarak tezahür ettirmek üzere yaşayan insanın amacı nedir? Gerçekten var olmak için mi geldik bu yaşama? Her insan canlısı bu sorulara kendini maruz bırakıyordur; herkesin içindeki devinimi başkadır. Herkesin gördüğü de başka, anladığı da başkadır. Ancak insanın özü birdir.

“İnsanı Anlamak! Kendini Anlamak!” okumaya devam et

Hayat Bir Çelişkiler Yumağı | Bölüm 1

Oldukça soğuk bir gece. Rüzgârın uğultusu pencerelerden içeri davetsiz bir misafir gibi girmekte. İstesen de kovamayacağın, ilgisiz kalamayacağın bir Tanrı misafiri. Ağaçların yapraksız dalları, karanlıkta çıplak insan kolları gibi koparcasına sallanıyor. Sanki onlar da üşüyorlar, yalnız kalmak onları da ürkütüyor sanki ama gururlu ve kararlı bir şekilde, dimdik ayakta duruyorlar.

“Hayat Bir Çelişkiler Yumağı | Bölüm 1” okumaya devam et

İmkansız Sadece Biraz Zaman Alır

Ünlü yazar Stephan Zweig bir gemi yolculuğundadır. Eski zamanlara nazaran gemiler elbette daha hızlıdır. Yataklar konforludur; içinde yiyecek ve içecekler olan güzel bir restoran, oyun ve eğlence amaçlı bir salon, seçkin konuklarla sohbet imkânı çoktur ve kitap okuma şansı da vardır. Seyahat bir haftayı aşınca üstat sıkılmaya başlar, derin düşüncelere kapılır ve aklına Portekizli bir adam gelir. (Bir kitap yazmaya başlar; eşsiz bir kitaptır ama zaten bir tarihçi olarak konu malumdur. Şimdilik ünlü yazarı hem bir yana bırakalım hem de tamamen bırakmayalım; onun eşsiz bilgilerinden ara sıra yararlanacağız.)

“İmkansız Sadece Biraz Zaman Alır” okumaya devam et

Engelli Robot Mıstık | Bölüm 5 (Final)

Robot, Nedim’e güvenmeye başladı ve sonunda bütün özelliklerini ona anlatmaya karar verdi. Bir gün gece yarısı Nedim, yaşadığı tüm zorlukları robot Mıstık’a anlattı. Mıstık’ın onu anlayıp cevap vermesini beklemiyordu. Ancak Mıstık, artık çok güvendiği arkadaşı Nedim’e hem başından geçenleri hem de tüm özelliklerini bir bir anlattı.

          Nedim, robotun hayal gücünü ve rüya dünyasını ne kadar güçlü bir şekilde dönüştürdüğünü anladı. Kendi hayalini gerçekleştirmek için robotun gücünü kullandı. Artık her gece, Nedim ve Robot Mıstık, Nedim’in rüyalarında buluşuyor, kırlarda hiçbir engelleri olmaksızın koşup oynuyorlardı. Bu anlar ikisine de çok iyi geliyordu. Hayalini gerçekleştirdiğinde, hem kendisi hem de çevresindeki insanlar çok mutlu oldu. Nedim’in anne ve babası, günden güne morali iyileşen Nedim’in durumundan dolayı çok mutluydular.

“Engelli Robot Mıstık | Bölüm 5 (Final)” okumaya devam et

Engelli Robot Mıstık | Bölüm 4

Yine böyle günler günleri kovaladı ve Can’ın ailesinin taşındığı bu evin yeni sahiplerinin taşınma vakti geldi. Bu evin yeni sahipleri, çocukları olmayan bir karı kocaydı. Onların bir kedisi ve bir de köpeği vardı. Eşyalar yerleştirilirken, Mıstık’i mutfak tezgahının üstünde gören evin hanımı Didem, Mıstık’a çok üzüldü.    ” Sen buraya nasıl geldin, güzellik, perişan görünüyorsun. Ah, çok yazık,” dedi. Sonra onu elinden geldiğince temizleyip odasındaki kitaplığa oturttu ve ona: “Merak etme küçük dostum, ben bir bilgisayar mühendisiyim. Senin için bir şeyler yapabiliriz. Kim bilir, belki çalışıyorsundur da. Hem böylece hünerlerini de görebiliriz,” dedi.

“Engelli Robot Mıstık | Bölüm 4” okumaya devam et

Engelli Robot Mıstık | Bölüm 3

Sonra bir gün Gülüfer’in odasına gelen annesi, “Kızım, odan ne kadar da dağınık, fazla oyuncaklarını birine verebilirsin,” dedi. Gülfer de yeni bebeği alınır korkusuyla, “Mıstık’ı uzattı annesine,” “Al o zaman, anne, bu robotu istediğine verebilirsin. Bu zaten erkek çocuk oyuncağı, ben robotlarla oynamayı sevmiyorum,” dedi.

          Annesi de Mıstık’ı kolundan tuttu ve  “Tamam o zaman, bunu ihtiyacı olan birine verelim,” dedi. Tam o sırada evlerine Gülfer’in üç yaşındaki haylaz yeğeni Can geldi. Can o kadar hareketli bir çocuktu ki mahalledekiler Can parka gittiği gün asla evlerinden çıkmazlardı. Can’ın sürekli onlara bir şeyler atması, her şeyi koşarak yapması ve parktaki kurallara uymaması, tüm çocukları anne ve babalarını çok tedirgin ediyordu. Maalesef, Can’ın oyuncaklarla arası olmadığını bildiği halde Gülfer’in annesi, Mıstık’ı ona verdi.

“Engelli Robot Mıstık | Bölüm 3” okumaya devam et

Hiçbir Şey Koyunun Gülü Yemesinden Daha Önemli Değildir

Onu tanıdığımda on iki yaşında, ortaokula yeni başlamış küçük bir kız çocuğuydum. Türkçe öğretmenim tanıştırmıştı bizi. Hani en değerli armağanlar en beklenmedik anda ve alelâde bir paketin içinde karşımıza çıkarlar ya, işte benim için de o sabah yaşanan öyle bir mucizeydi. Küçük Prens’im diğerlerinden hiç de farklı başlamayan bir okul günündehayatıma girmişti. O günden, onu tanıdıktan sonra hayat,benim için asla eskisi gibi olmadı; yaşamak herkesin farkına varamadığı bambaşka ve gerçek bir anlam kazandı.

“Hiçbir Şey Koyunun Gülü Yemesinden Daha Önemli Değildir” okumaya devam et

Engelli Robot Mıstık | Bölüm 2

Murat çok tedirgindi. Kesin bir şey olmuştu ve babası malzemeleri getiremeyecekti. Sonra Murat’ı da giydiren annesi, Murat’la birlikte hastaneye gitmişti. Yolda tek bir kelime bile konuşmamışlardı. Annesinin korktuğu belliydi , ağlıyordu da. Murat korkusundan malzemeleri soramıyordu. Hastaneye gittiklerinde bütün akrabaları oradaydı. Sonra birisi Murat’a ne olduğunu anlattı. Meğerse Murat’ın babasının o gün kalbi birazcık sıkışmış, fenalaşmış ve bir süre hastanede yatması gerekiyormuş. İyileşecekmiş, ancak bu şu demek oluyormuş ki Murat’ın malzemelerinin alınması pek de mümkün olmayacaktı.  

“Engelli Robot Mıstık | Bölüm 2” okumaya devam et

Ahmet’in 23 Nisan Heyecanı

O gün Ahmet çok heyecanlıydı. Çünkü yarın 23 Nisan’dı.
Ahmet ve arkadaşları 23 Nisan’ı heyecanla bekliyordu. Çok çalışmışlardı.
Durmadan prova yapmışlardı.
Öğretmenleri, bugün çocuklara şunu söyledi:
“Çocuklar, yarın 23 Nisan. Hepiniz çok çalıştığınız emeklerinizi boşa çıkarmayın,” dedi.
Yapacakları yarışmalar da vardı: Mendil kapmaca, sandalye kapmaca, çuval yarışı ve daha birçok yarış vardı.
O gün rahatça uyudular.
Sabah okula geldiklerinde herkeste bir coşku vardı. Herkes heyecanlıydı.
Gösteriler başlayınca herkes suspus oldu, dikkatle gösterileri izlediler.
Gösterilerini yaptılar, oyunlarını oynadılar ve okul bitip eve geldiklerinde Ahmet ve diğer herkes çok mutluydu ve mışıl mışıl uyudular.

Engelli Robot Mıstık | Bölüm 1

İstanbul’da yaşayan 11 yaşındaki Murat, bu sabah uyandığında çok heyecanlıydı çünkü okulunda TÜBİTAK’ın robotlarla ilgili yarışmasının duyurusu sonunda yayınlanmıştı. Murat, heyecanla bütün sene bu yarışmanın yayınlanmasını beklemişti çünkü onun muhteşem bir projesi vardı: Bir robot yapacaktı, ama bu sıradan bir robot olmayacaktı. Daha önce yapılmış olanlardan çok daha akıllı, çok daha yetenekli, çok daha teknolojik bir robot olacaktı.

“Engelli Robot Mıstık | Bölüm 1” okumaya devam et

İyi Zamanlardı Kötü Zamanlardı

İyi zamanlardı, kötü zamanlardı; bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı; inanç dönemiydi, şüphecilik dönemiydi; aydınlığın mevsimiydi, karanlığın mevsimiydi; umut baharıydı, umutsuzluk kışıydı. Öncemizde her şeyimiz vardı, öncemizde hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk, hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk. Kısacası o dönem de bugün gibiydi; öyle ki dönemin en gürültücü yetkililerinden kimileri, hem iyisi hem de kötüsü için ‘en’ ile başlayan kıyaslamalarda ısrarcıydılar.
— İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens (1859)

“İyi Zamanlardı Kötü Zamanlardı” okumaya devam et

İki Kere İki Beş Eder Mi?

İlkokulda, sayılarla ilk tanıştığımda kafam karışmıştı. Bizim sokak büyüktü ama sonu vardı. Geceler çok uzundu ama muhakkak gün ağarırdı. Babam çok uzun boyluydu ama kapıdan sığardı. Gördüğüm, bildiğim her şey bir yerde sonlanıyor, bir yerlere sığıyordu ama sayıların sonu yoktu! Aklım o yaşlarda bunu almasa da hayran olmuştum ben rakamlara. Devamlı toplar, çarpardım; aklımın yetmediği işlemlerde babamdan yardım alırdım. En sevdiğim ev ödevi, rakamların arasındaki ilişkiyi düzenlemekti. O kadar disiplinliydi ki onlar, asla hata yapmana izin vermiyorlar, kural dışı bir adımı da ne yaparsan yap kabul etmiyorlardı. En küçük yanlış, sonuca ulaşmanı engelliyor, seni çıkmaz sokaklara götürüp bırakıyordu. Cebine minik bir abaküs atmayı akıl edemediysen eğer, sonun Hansel’le Gretel’den de beter oluyordu.

“İki Kere İki Beş Eder Mi?” okumaya devam et

Bir Herman Hesse Romanı: Bozkırkurdu

Okuduğum romanlar arasında bir yönüyle bana en tuhaf gelen eserlerden birisi olan bu romana, yazın dünyamızda çok rastlamamak beni hep şaşırtmıştır. Okunması biraz meşakkatli ve ağır ilerler şekilde başlıyor kitap. Diyalogsuz, uzun felsefi ve düşünsel cümlelerle bezeli bir giriş kısmı bu. Dolayısıyla bu kısmı okurken insan, ister istemez sıkılıyor; kitabın monoton bir şekilde ilerleyeceğini, çok basit olaylar olacağını ve epeyce de sıkılacağını düşünüyor. Yalnız, giriş dememe aldanmamak lazım; epeyce uzun sürüyor. Esasen kitabın tuhaflığı da tam olarak burada. Bu kadar monotonluğun ardından, karakterimiz kitabın son kısmında birden sürreal bir ortama girince işlerin rengi değişiyor. 200 sayfaya yakın bu kitabın ilk 100, hatta belki de daha fazlasını okuduğunda, herhalde kimse bu kitabın içinden böyle gerçeküstü bir mevzu çıkacağını düşünmez. Bu yönüyle kurgusu, beni en çok şaşırtan ve tuhaf ifadesini de kullanmama sebep olan romanlardan biri oldu.

“Bir Herman Hesse Romanı: Bozkırkurdu” okumaya devam et

THYMOS: Gladyatörden Milli Futbolcuya Uzanan Zafer Arzusu

İnsan, yapısı itibarıyla hayatta kalma ve kendini gösterme eğilimindedir. Çocukken kardeşler arasında başlayan “daha iyi evlat” olduğunu kanıtlama çabası, okul döneminde “daha iyi öğrenci” olduğunu öğretmene yazılı ve sözlü olarak ispatlama çabasına evrilir. Bu çabalar bir noktada güzel de şeylerdir.

Bu durum, kadim zamanlardan beri insan doğasında var olan hayatta kalma dürtüsünün daha sonraları onay alma ihtiyacına evrilmesi olarak yorumlanabilir. Bu dürtü insanda hep vardı. Üreme ve soyun devamı için alfa görünmeye çalışmak biyologların konusu olsa da, asıl konumuz bu değil.

“THYMOS: Gladyatörden Milli Futbolcuya Uzanan Zafer Arzusu” okumaya devam et

Ensar ve Kiko: Tapınağın Son Anahtarı ve Büyük Zafer (FİNAL)

Son Kapı, Birlikte Başarı ve Yeni Bir Yol 

Ensar ve Kiko, tapınağın son kapısını açmanın ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu anlamıştı. Daha önce karşılaştıkları o gizemli oda ve son kapı, tek başlarına altından kalkamayacakları bir meydan okumaydı. Ensar, kahvedeki tahta masanın başında oturmuş, haritayı inceliyordu. “Bu sırrı çözmek için herkesin yardımına ihtiyacımız var. Aile birliğimizle başarabiliriz,” dedi. Kiko, gözleri parlayarak odada zıpladı: “Evet, abi herkes bir kahraman olacak, değil mi? Dede Mustafa, Ecenaz, amcalar, yengeler… Hepimiz” Ensar gülümseyerek başını salladı ve plan yapmaya koyuldu. 

“Ensar ve Kiko: Tapınağın Son Anahtarı ve Büyük Zafer (FİNAL)” okumaya devam et

Ensar ve Kiko: Tapınağın Derinliklerinde Saklı Kayıp Şehrin Sırrı

Büyük Sırların Keşfi ve Sonuncu Kapı

Ensar ve Kiko, kaybolan şehri keşfettikleri yeraltı tapınağının derinliklerinde bir adım daha attılar. Tapınağın içerisi, gözlerini kamaştıran bir şekilde işlenmiş taşlarla doluydu. Her adımda, antik medeniyetin gizemlerini ortaya çıkaracak bir ipucu vardı. Ancak aynı zamanda, her köşe de yeni bir tehlikeyi barındırıyordu.

“Ensar ve Kiko: Tapınağın Derinliklerinde Saklı Kayıp Şehrin Sırrı” okumaya devam et

12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü: Mehmet Akif Ersoy’un Efsanevi Mirası

12 Mart 1921 tarihi, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin simgelerinden biri haline gelmiştir. Bu özel günde, sadece bir şiir kabul edilmekle kalmamış, aynı zamanda bir milletin özgürlük için verdiği büyük mücadelenin sesine hayat verilmiştir. İstiklal Marşı’nın kabulü, Türk milletinin yeniden dirilişi ve kararlılığının dünyaya ilanıdır. Peki, İstiklal Marşı’nın kabulünün arkasındaki hikaye nedir ve bu marş, Türk milletine ne anlam ifade eder?

“12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü: Mehmet Akif Ersoy’un Efsanevi Mirası” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Kaybolan Şehre Yolculuğu

Gizli Kapılar ve Unutulmuş İpuçları

Ensar ve Kiko, kaybolan şehir hakkındaki ipuçlarını birleştirip sonunda beklenen yolculuğa çıkmaya karar verdiler. Tapınakta buldukları eski kitaplar ve haritalar, onları dağın derinliklerinde, yerin altındaki bir yeraltı şehrine götürüyordu. “Burası büyük bir sırrı barındırıyor olmalı, ama bulmak o kadar kolay olmayacak,” diyen Ensar, küçük kardeşi Kiko’ya, “Hazır mısın?” diye sordu. Kiko, gözlerinde parlayan bir heyecanla, “Hazırım! Burası çok büyük bir keşif olacak!” diye yanıtladı.

“Ensar ve Kiko’nun Kaybolan Şehre Yolculuğu” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Eski Tapınağa Yolculuğu

Gizli Sırlar ve Kayıp Şehir

Ensar ve Kiko’nun köydeki maceraları hız kesmeden devam ediyordu. Labirentte buldukları gizemli harita, bütün köy halkının ilgisini çekmişti. Harita, yalnızca eski bir tapınağa götüren bir yol gösteriyordu. Bu tapınak, çok eskiden terk edilmiş ve hakkında neredeyse hiç bilgi kalmamış bir yerdi. Ensar, bu tapınağın sırlarını çözmenin köylerine büyük bir değer katacağını düşünüyordu.

Ecenaz, haritayı incelerken “Bu harita gerçekten çok eski. Ama işaretler bize bir yol gösteriyor,” dedi. Dede Mustafa ise işaretleri dikkatlice inceledi ve “Bu tapınak, çok eski bir medeniyete ait olabilir. Dikkatli olmalısınız,” diyerek Ensar ve Kiko’yu uyardı.

“Ensar ve Kiko’nun Eski Tapınağa Yolculuğu” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Labirent Macerası: Gizemli Haritanın Peşinde!

Haritanın Peşinde Yeni Bir Keşif
Ensar ve Kiko, kanyonda buldukları haritanın üzerindeki işaretleri günlerdir inceliyordu. Köyün yaşlılarından Dede Mustafa’ya haritayı götürmeyi düşündüler. Dede Mustafa, Ensar ve Kiko’nun heyecanına ortak oldu. Bu sırada yanlarına Dede Mustafa’nın torunu Ecenaz geldi. Ecenaz bulmaca ve harita konusunda çok iyiydi. Dede Mustafa işaretlerin anlamlarını Ecenaz’a söyledi. Ecenaz da haritadaki bulmacaları çözdü. Ecenaz, Ensar ve Kiko’ya haritanın bir labirente işaret ettiğini söyledi. Köy kahvesinde oturan Öğretmen Veysel köyün dışında, dağın eteğinde işaretlerin çok olduğu bir yer olduğunu söyledi. Köy halkı bu işaretlerin olduğu labirentin bulunduğu yer hakkında aralarında “Orası bir zamanlar köyün hazinelerinin saklandığı yerdi,” şeklinde konuşuyorlardı. Ancak oraya kimse gitmeye cesaret edememişti.

“Ensar ve Kiko’nun Labirent Macerası: Gizemli Haritanın Peşinde!” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Kutsal Taşı Aradığı Kanyon Macerası

Ensar ve Kiko’nun mağaradaki keşifleri, köyde heyecanla konuşuluyordu. Köylüler, bu iki kardeşi artık genç kaşifler olarak görüyordu. Bir gün köyün yaşlılarından Dede Mustafa, Ensar’a heyecan verici bir hikâye anlattı: “Bu dağların eteğinde bir kanyon var. Yüzyıllar önce oraya kutsal bir taş saklandığı söylenir. Taşın, sahibine büyük bir bilgelik verdiği rivayet edilir. Ama dikkatli olun, kanyon kolay kolay kendini kimseye açmaz.”

Bu hikâye, Ensar’ın ilgisini hemen çekmişti. Kiko ise her zamanki gibi abisinin heyecanına katıldı. Baba Esad ve anne Amine da bu maceraya dahil olmaya karar verdi. Ailece hazırlanarak, bir sonraki sabah erkenden kanyonun yolunu tuttular.

“Ensar ve Kiko’nun Kutsal Taşı Aradığı Kanyon Macerası” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Gizemli Mağara Haritası

Ensar ve Kiko’nun Gizemli Mağara Keşfi: Yeni Bir Maceranın Kapıları Açılıyor!

Ensar ve Kiko’nun köprüde buldukları harita, ailenin hayatında yeni bir kapı açmıştı. Harita, köyün yakınlarındaki bir mağarayı işaret ediyordu. Haritanın üzerinde yazan eski yazılar, bu mağaranın köyün eski halkı tarafından bir sığınak olarak kullanıldığını gösteriyordu. Ensar, bu mağaranın köyün geçmişine dair daha fazla sır taşıdığını düşündü ve Kiko’ya, “Bu mağarayı bulmalıyız!” dedi. Aile, hafta sonu bu yeni keşif için hazırlandı.

“Ensar ve Kiko’nun Gizemli Mağara Haritası” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Kayıp Dağ Geçidi Macerası

Baba Esad’ın işleri yoğun olduğundan İstanbul macerasını biraz ertelemek zorunda kalmışlardı. Ensar, tarihte yaşanan efsaneler isimli bir kitap okuyordu. Yaşadıkları köyde de etrafta anlatılan birçok efsane vardı, ama bunların en bilineni “Kayıp Dağ Geçidi” hikayesiydi. Köylüler, bu geçidin bir zamanlar köyü diğer vadilere bağlayan eski bir ticaret yolu olduğunu, ama yıllar içinde unutulduğunu söylüyordu. En ilgi çekici kısmı ise geçidin içinde bir köprünün bulunduğu ve bu köprünün bir sır taşıdığıydı. Ensar, bu hikayeyi duyar duymaz kardeşi Kiko’ya dönüp, “Bu köprüyü bulmalıyız!” dedi. Kiko da, her zamanki gibi abisinin heyecanını paylaşarak, “Evet, kesin bir hazine vardır!” diye atıldı.

“Ensar ve Kiko’nun Kayıp Dağ Geçidi Macerası” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Kar Üzerindeki İlk Macerası: Sivas Yıldız Dağları’nda Aile ile Kayak Keyfi

Kışın o ilk karı düştüğünde, Ensar ve Kiko sabırsızlıkla dışarıda oynayacakları anı bekliyordu. O akşam, İstanbul’dan amcaları Habib ve yengeleri Esra gelmişti. Çocuklar için gerçekten unutulmaz bir gündü. Ertesi sabah, Baba Esad, “Bugün sizi Sivas Yıldız Dağları’na kayak yapmaya götürüyorum,” dediğinde, hem çocukların hem de amca Habib’in gözleri parladı. Kiko için bu ilk kayak deneyimi olacaktı, Ensar ise ona yardımcı olmak için çok heyecanlıydı.

“Ensar ve Kiko’nun Kar Üzerindeki İlk Macerası: Sivas Yıldız Dağları’nda Aile ile Kayak Keyfi” okumaya devam et

Ensar ve Kiko’nun Hayal Gücüyle Dolu Köy Macerası

Küçük Bir Köyden Büyük Hayallere

Sivas’ta bir köy düşünün: Huzurun ve samimiyetin hüküm sürdüğü, küçük patikaların insanı bilinmeyene götürdüğü bir yer. İşte Ensar, böyle bir köyde yaşıyordu. Henüz on yaşındaydı ama köydeki herkes onu tanıyordu. Çünkü Ensar, kitaplara olan tutkusu ve çevresine yaydığı olumlu enerjiyle diğer çocuklardan farklıydı. Her eline geçen kitabı okuyup bitiriyor, ardından hikayeleri arkadaşlarına ve ailesine aktarıyordu. Köyde “en çok kitap okuyan çocuk” unvanını kazanmıştı bile!

“Ensar ve Kiko’nun Hayal Gücüyle Dolu Köy Macerası” okumaya devam et

Hayatınızı Değiştirecek Bir Karar: Küçük Adımlarla Büyük Başarılar

Hayatınızda bir dönüm noktası yaratmak için büyük adımlar atmanız gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Aslında, en büyük değişimler küçük ve kararlı adımlarla başlar. Bu hikaye, sıradan bir insanın küçük bir kararın nasıl büyük bir başarıya dönüştüğünü keşfetmesini anlatıyor. Belki de bu yazı, sizin de hayatınızı değiştirecek o ilk adımı atmanıza ilham olur.

“Hayatınızı Değiştirecek Bir Karar: Küçük Adımlarla Büyük Başarılar” okumaya devam et

Şehirde Kaybolan Tavşanın Komik Maceraları


Bir gün, şehirde yaşayan küçük bir tavşan, merakını gidermek için evinden çıkar. Fakat, şehirde kaybolmak kolaydır, özellikle de bir tavşan için. Tavşanımız, metro istasyonuna iner ve ilk gördüğü trene atlar. Yanlış trene bindiğini anlaması uzun sürmez, çünkü durak isimleri hiç tanıdık gelmez. “Havuç Meydanı” yerine “Salatalık Sokak”ta iner ve kendini bir dizi komik olayın içinde bulur.

“Şehirde Kaybolan Tavşanın Komik Maceraları” okumaya devam et

Teknolojinin Günümüzdeki Yeri ve Geleceği: Dijital Dönüşümün Etkileri

Teknoloji, her geçen gün hayatımızın her alanında daha derin bir etki bırakıyor. Bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve internet, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmişken, bu dönüşümün iş dünyasından kişisel ilişkilere kadar birçok farklı yönü var. Teknolojinin bu kadar hızlı bir şekilde gelişmesi, yalnızca mevcut yaşam biçimimizi değil, gelecekteki olasılıkları da şekillendiriyor.

“Teknolojinin Günümüzdeki Yeri ve Geleceği: Dijital Dönüşümün Etkileri” okumaya devam et

Çay Kültürü ve Çay Demleme Teknikleri

Dünyanın Her Yerinde Mükemmel Çay İçin İpuçları

Çay, dünya genelinde hemen hemen her kültürün vazgeçilmezi olan, sohbetlerin eşlikçisi ve huzurun simgesidir. İngiltere’den Japonya’ya, Hindistan’dan Çin’e kadar çayın her ülkede kendine has bir yeri vardır. Peki, mükemmel bir çay demlemek için neler yapmamız gerektiğini biliyor muyuz? Çay demleme tekniklerinden, dünya çay kültürlerine kadar her şey bu yazıda!

“Çay Kültürü ve Çay Demleme Teknikleri” okumaya devam et

Zorluklarla Sınanan Bir Yıldız: Ali’nin Futbol Serüveni

Ali, futbolla büyümüştü. Küçük yaşlardan itibaren, mahallenin toprak sahasında top peşinde koşarken, zamanın nasıl geçtiğini fark etmezdi. Her gün okuldan sonra, arkadaşlarıyla yaptığı maçlar, onun için sadece eğlenceden çok daha fazlasıydı. Bu oyun, bir tutkuya, bir hayale dönüşmüştü. Ama Ali’nin futbol yolculuğu, hiç beklemediği bir anda büyük bir engelle karşılaştı.

“Zorluklarla Sınanan Bir Yıldız: Ali’nin Futbol Serüveni” okumaya devam et

Kışın Sessizliği: Kar Altında Bir Gün

Kış, her zaman olduğu gibi, bir sabah sessizce şehri kapladı. Bir rüzgar, soğuk ve keskin, tüm caddeleri dolaşarak şehri uyandırdı. Kar taneleri, ince ince ve nazlı nazlı düşüyordu. Her biri, bir kristal gibi parlıyor, havada dans ederken başka bir dünyadan geliyormuş gibi görünüyordu. Dışarıda her şey donmuş, her şey bembeyaz olmuştu. Şehir, normalde koşuşturma içinde olan insanlarıyla birdenbire sanki bir masala dönüşüverdi.

“Kışın Sessizliği: Kar Altında Bir Gün” okumaya devam et

Bir Akıllı Telefonun Sıradışı Hikayesi

Geçenlerde o kadar büyük bir “teknoloji bağımlılığı” krizi geçirdim ki, biraz daha ileri gitsem belki akıllı telefonumun benden boşanması gerekirdi! Teknolojiyi seviyorum, evet ama son zamanlarda akıllı telefonumla ilişkimiz biraz gerginleşmeye başladı. Ama her şeyin bir başlangıcı vardır, değil mi?

Her şey, bir sabah saat 7’de telefonumun alarmı ile başladı. Yavaşça gözlerimi araladım, ama alarmı kapatmak için telefona uzandığımda… Telefon, bana öyle bir bakış attı ki, “Yine mi?” der gibi… O an, bir şeylerin ters gittiğini fark ettim. Hani o klasik, “Beni yeterince sevmedin” havası vardı. Alarmı kapatıp, biraz daha uyumak istedim. Ancak telefonumun ekranında beliren mesaj beni çileden çıkardı: “Beni şarj et!”

“Bir Akıllı Telefonun Sıradışı Hikayesi” okumaya devam et

Ofiste Unutulan Kahve Makinesi

Ofis hayatında herkesin başına gelmiştir: İşe geldiğinizde, ofisinizin en değerli varlığının yerinde olmadığını fark edersiniz. Bizim ofiste de bu durum kahve makinesiyle yaşandı.

Sabahın erken saatlerinde ofise ilk gelenlerden biri olarak, kahve kokusuyla güne başlamayı adet edinmiştim. Ama o gün, kahve makinesinin yerinde yeller esiyordu. Masamda oturup, “Bu nasıl olabilir?” diye düşünürken, ofis arkadaşlarım birer birer gelmeye başladı. Herkesin ilk tepkisi aynıydı: “Kahve makinesi nerede?”

“Ofiste Unutulan Kahve Makinesi” okumaya devam et

Bizyaziyoruz.com’a Yeniden Merhaba! Yeni Başlangıçlarla Karşınızdayım!

Uzun bir aranın ardından Bizyaziyoruz.com’da yeniden yazı yazmaya başladığımı duyurmaktan büyük heyecan duyuyorum! Blog dünyasına dönüşüm, yepyeni içeriklerle sizlerle buluşmak için sabırsızlandım. Teknolojiden kültür-sanata, sinemadan müziğe, edebiyat, moda, sağlık ve spor gibi birçok farklı konuda yeni yazılarla karşınızda olacağım.

“Bizyaziyoruz.com’a Yeniden Merhaba! Yeni Başlangıçlarla Karşınızdayım!” okumaya devam et

Yeni, Yepyeni Bir Yıl

Yeni, Yepyeni Bir Yıl

Az evvel hararetle yanan şöminedeki ateş idare fitilinin kısıldığı gibi hızını yitirdi yüzüme vuran alevlerin aydınlığı bir gölge gibi yok oldu ve az sonra da söndü.  ateşe dalmadan önce şöminenin karşısındaki koltuğa oturduğumu hatırlıyorum.  yeni yılda yapacaklarımı planlıyordum dalmışım öyle. Bilincim yavaş yavaş yerine geliyor… ve evet dünyadayım. Kalkıp şömineye birkaç odun daha attım.

“Yeni, Yepyeni Bir Yıl” okumaya devam et

Renk A Renk

Ren A Renk

Ne gözüm görüyor, ne kulaklarım duyuyor. Zar zor birkaç nefes alabiliyorum, kulaklarımda hissettiğim acı nefesimi kesiyor. Ve zar zor aldığım her nefes canımı acıtıyor. Tek hissettiğim biraz sonra ruhumda ve bedenimde bir gümbürtü kopacak. Hissetme yetimi kaybettim sanırım. Gecenin hiçbir rengini görmeye tahammülüm yok. Ne bu gece doğan ayın beyazını tanıyabiliyorum, ne de yıldızların mavisini.

Acıyan kulaklarımdan, acının ayak seslerini duyuyorum. Bir ses diyor ki, biraz sonra görmeye ve duymaya başlayacaksın. Ya sen en içi parlayan gözlerim içinden çıkan çiçek renkler, en ala şarkıları söyleyen gözler; daha farklı ne duyup ne göreceğiniz olabilirdi derken en siyah geldi gözlerimin önüne evet en siyahla tanıştım. İçinde en siyah yağmurların yağdığı, en siyah şimşeklerin çaktığı, yıldırımların en siyah düştüğü simsiyah dünyaya bakıyorum.

“Renk A Renk” okumaya devam et

Bizim Maallemiz (2)

Bizim Maallemiz

Bizim maallemiz deki kahvenin önünden ne zaman geçsem görüntü üç aşağı beş yukarı hep aynıdır. Orhan, Melih ve Oktay.. Üçü yine aynı masada dördüncüyü bekler gibi oturur, otururken de çocuklar gibi gırgır, şamata yapıp dururlar. Sanki grubun en yaramaz çocuğu Orhan’dır.. En çok iftiraya uğrayan da, en çok dedikodusu yapılan da yine odur..

Kahvenin hemen yan tarafında bulunan parkta masalcı dede diye çağırdıkları Yaşar Dede bulunur. Etrafında efsanelere ve masallara susamış yığınla müdavimi vardır. Dağlardan, derelerden, padişahlardan, ağalardan, kahramanlardan, hatta hayvanlardan kısacası Anadolu’nun her köşesinden dilden dile ulaşmış öyküler anlatılıp dinlenir.

“Bizim Maallemiz (2)” okumaya devam et

Bizim Maallemiz (1)

Bizim maallemiz, insan üreten entelektüellerin yaşadığı mütevazi bir yerdir. Burada üretilen insanların, insanlar tarafından tüketilmesi her zaman popülerliğini korumaktadır. Hemen hemen her kesimden insanlar bu mahallede hayat bulurlar. Bu mahallenin bütün dünyaya hitap eden yönü olduğu için ziyaretçisi pek çoktur. Kimse burada kendisini garip ya da gurbette saymaz. Benim de herhalde yeryüzünde yaşayabileceğim tek mahalle burasıdır. Sokakları hayat doludur. Bu sokaklarda konuşulmayan hiçbir konu yoktur.

“Bizim Maallemiz (1)” okumaya devam et

Denizdeki Orman

Denizdeki Orman

Denize sevdalı birinin bir ormanda kaybolmasının hikayesi.

Denizin sonsuzluğu,saflığı içinde kendini özgür hissetmek isteyen kadının bir orman içinde kaybolması.

Her insan birini sevmek ve kişi tarafından sevilmek ister. Ben sadece evim olsun istedim.

Sen hiç evsiz kaldın mı adam?
Sen hiç evin olsun istedin mi?
Sende sadece aşık olmak isteyenlerden misin?
“Denizdeki Orman” okumaya devam et