Evin içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyordu. Kararsızdı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ama zerre kadar uykusu yoktu. Her gece bu saatlerde çoktan uyumuş olurdu. Hayatındaki hemen hemen her şey gibi uykusu ve uyuma süresi de oldukça düzenliydi. Her akşam aynı saatte, aynı şekilde yatar; sabah da daha saatin alarmı çalmadan aynı saatte, yattığı biçimde kalkardı. Hayatındaki düzen ve istikrar onun övünç duyduğu konulardandı. Bazıları onu tekdüze ve sıkıcı bir hayat sürmekle suçlayabilirdi belki ama o, kendi düzenlediği alışılmış hayatının sınırları içinde huzurlu ve güvendeydi.
Elindeki telefonun şifresini tekrar açtı. Kararsızdı. Son aramalardan onun adını buldu. En son iki gün önce konuştuklarını hatırlıyordu. Arama tarihine baktı, haklıydı. İki gün önce saat 17.50’de dört dakikalık bir konuşma. Oğuz onu aramıştı. Genellikle onun aramasını beklerdi. Çok olağan dışı bir durum olmadıkça. Daha doğrusu mecbur kalmadıkça.
Çok seviyordu onu. Sevdiği kadar da kaybetmekten korkuyordu. Belki de korkusu sevgisinden fazlaydı. Her şey yolunda giderken beklenmedik bir olay olacak ve hayatındaki en değerli varlık ellerinin arasından kayıp gidecekti. Olaylara müdahale etmeyi asla beceremediği için de bu gidişi umutsuzluk ve çaresizlik içinde seyredecekti. Gitme kal, diye avaz avaz bağırmak isterken sessiz ve sakin bir şekilde onun arkasından el sallamakla yetinecekti.
Telefonun kilidini tekrar açtı. Oğuz onu neden aramıyordu? Hiç mi özlemiyordu? Yoksa hayatında başka biri mi vardı? Ondan daha genç, daha güzel, daha eğlenceli… İster istemez kanepenin üstündeki aynaya gözü takıldı. O oldukça güzel bir kadındı. Açık kumral saçları, dalga dalga omuzlarından aşağı dökülüyordu. Gözleri kahverengi, hafif çekikti. Küçücük, ucu kalkık bir burnu vardı. Dudakları inceydi. Kendini rahat ve güvende hissetmediği durumlarda daha da incelirlerdi. Otuz beş yaşını geride bırakmıştı ama yüzünde otuz beş senenin yaratması gereken kırışıklıklardan hiç eser yoktu.
Yaşıtlarından çok daha genç görünüyordu. Uzun boylu sayılmazdı, zayıf da değildi. Kıvrımlı, dolgun bir vücudu vardı. Zaten hayatının hiçbir döneminde çok zayıf olmamıştı. Sahip olduğu güzelliğin farkında değil gibi bir hâli vardı. Güzel olduğunu biliyordu bilmesine ama bu kendisine güven duymasına yetmiyordu. Birisi ona dış görünüşüyle ilgili övücü sözler söylese o rahatsız olurdu. İnsanları yalan söylemek zorunda bırakmış gibi, konunun bir an önce kapanması için sessizce beklerdi. Kendine olan bu güvensizliği, hayatının her alanında onu engelliyordu. İnsanların onu beğenmediğine, onunla olmak istemediklerine inanıyordu farkında olmasa da.
Oğuz’la tanışalı hemen hemen bir buçuk sene olmuştu. Uzun boylu, oldukça yakışıklı, Dilek’in aksine kendinden oldukça emin bir adamdı. Her kadının, hiç düşünmeden âşık olabileceği etkileyici ve renkli bir kişiliği vardı. Aynı şirketin farklı bölümlerinde çalışıyorlardı. İlk gördüğü anda etkilenmişti ondan.
—Dilek Hanım?
—Buyrun.
Daha uzun bir cümle kurması o an için mümkün değildi. Hayran olduğu, uzaktan uzağa izlediği adam tam karşısında duruyordu. Kalbi deli gibi atıyordu. Gözlerine bakması gerekiyordu ama hissettikleri gözlerinden okunacak diye korkuyordu. Gözlüklerinin üstünden kısa bir süre bakıp tekrar bilgisayar ekranına indirdi gözlerini.
—Bülent Bey, bu listeleri size vermemi istedi.
İlk seferkinden daha da kısa bir süre için gözlerini kaldırdı.
—Masanın üstüne bırakabilirsiniz. Bilgim var.
Onu tanımayan biri umursamaz ve kendini beğenmiş bir kadın olduğunu rahatlıkla düşünebilirdi. Gerçekse bundan çok farklıydı. İnsanların onu beğenmeyeceği öngörüsüyle, onlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. Ancak çok iyi tanıdığında ve kendini güvende hissettiğinde aradaki mesafeleri kaldırırdı. Bu da çok çabuk olmazdı. Bu sebeple de dostları oldukça azdı.
—Bir baksaydınız. Eksik bir şey varsa tamamlayayım.
Bu konuşmanın hem bitmesini hem de uzamasını istiyordu. Elleri titreyerek dosyayı aldı.
—Oturabilir miyim?
Cevap vermesini beklemeden oturmuştu karşısına. Kendinden emin bir şekilde gözlerinin içine bakıyordu. Farkında değilmiş gibi davrandı. Farkında değilmiş gibi davranma konusunda oldukça başarılıydı. Dosyayı gözden geçirdi.
—Bilgilerde herhangi bir eksiklik yok. Elinize sağlık.
Son cümleyi söylerken Oğuz’un gözlerine bakmıştı kısa bir süre de olsa. İçinde kopan fırtınayı bir şekilde gizlemesi gerekiyordu.
—Adım Oğuz.
—Memnun oldum Oğuz Bey.
Ağzından, öylesine söylenmiş bir cümle gibi çıkmasına özen göstermişti. Duygularını saklama konusunda oldukça başarılıydı. Bu, çocukluğundan kalma bir alışkanlıktı. En yakınındaki insanların, mantıklarıyla değil de duygularıyla hareket ettikleri için mutsuz olduklarına şahit olmuştu.
Halası, bir adamı çok sevmişti. Ailesini hiçe sayarak onunla olmayı tercih etmişti ama bu seçim onu mutlu etmemişti. Halası zihninde hep, ağlamaktan kızarmış gözleriyle canlanırdı. Bu aşksa eğer, o asla âşık olmayacaktı. Ablası, duygularını hiç gizlemezdi. Acılarını, sevinçlerini, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını her fırsatta dile getirirdi. İçten ve samimiydi ama onu en kolayca ve derinden kıranlar, her zaman en çok değer verdikleri olmuştu.
Belki de bu yüzden, daha küçücük bir çocukken duygularına her zaman hâkim olmaya, hissettiklerini insanlardan saklamaya karar vermişti. Hiç kimsenin onu üzmesine izin vermeyecekti. Üzseler bile, onlar bunu asla bilemeyeceklerdi. Çevresine kendi elleriyle bir duvar örmüştü. Otuz beş sene boyunca bu duvarların arasında yaşamaktan hiç şikayeti olmamıştı. Şimdiyse ne yapacağını bilemiyordu.
Yayımlayan