Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 7. Bölüm (Final)

Cemal Paşa’nın iki Kanal Harekâtı başarısız olmuştu. Ruslar, Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra taarruza geçerek Doğu Anadolu’da önce Erzurum’u, iki hafta sonra Muş’u işgal ettiler. 3 Mart 1916’da Bitlis’i de ele geçirdiler. Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.

1 Nisan 1916’da artık tuğgeneral olan Mustafa Kemal Paşa, 16. Kolordu kumandanı olarak Diyarbakır’a atandı. Tüm hazırlıkları yaparak hem Muş’a hem Bitlis’e iki koldan taarruz etti. Yoğun çatışmalardan sonra Ruslar Muş’tan atıldı, emrindeki 5. Tümen de 8 Ağustos 1916’da Bitlis’i geri aldı. Rusların Anadolu harekâtı boşa çıkmıştı; bir yıl sonra Ekim Devrimi ile Çarlık Rusya’sı yıkılacaktı.

“Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 7. Bölüm (Final)” okumaya devam et

Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 6. Bölüm

Enver Paşa artık Harbiye Nazırıydı. İlk iş olarak Balkan Savaşları’nda hatası olan paşaları emekliye ayırdı ve yeni bir terfi sistemi kurdu. Alman subayların yardımıyla Alman ekolüne uygun bir düzen getirdi; haksız terfi alan subayların rütbesini düşürdü, alaylı subayların çoğunu tasfiye etti. Yaver kadrosundan torpilli yirmili yaşlardaki binbaşıların rütbesini de söktü ya da indirdi.

“Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 6. Bölüm” okumaya devam et

Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 5.Bölüm

Evet, Enver Paşa’dan bahsediyoruz. Önce Balkan dağlarındaki komitacıları halletti, Trablusgarp Savaşı çıktı.
Bakınız, bir önceki yazıda Sultan Abdülhamid’in öngörülerinden ve denge siyasetinden de bahsettik mi? Bahsettik. Ama iki defa darbe gören Sultan Abdülhamid’in bariz vehimleri vardı. Amcası Sultan Abdülaziz denizciler tarafından devrilmişti; bunu hiç unutmadı. Amcası Sultan Abdülaziz, pek çok borç pahasına devrin en güçlü 3. donanmasını kurmuştu. İngiltere ve Fransa’dan sonra 3. donanma Osmanlı Devleti’nindi. Sultan Abdülaziz denizcilerden gelen darbe ile devrilince donanmayı Haliç’e çektirdi; bakımı da yapılmadı. Belli bir süre savaş da olmadığından gemilerde çiçekler yetiştirildi, hatta tavuklar bile vardı.

“Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 5.Bölüm” okumaya devam et

Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 4.Bölüm

Enver Paşa, Paşa Oluyor!

Balkan devletlerinin kendi aralarında problemler ve ihtilaflar vardı ve bu yüzden Osmanlı’ya karşı birleşemiyorlardı. Sabık Sultan Abdülhamit, sırf bu durumu bildiğinden Balkan devletleri arasındaki çatışmaları özellikle çözmüyordu. Fakat İttihatçılar Sultan II. Abdülhamit’i tahttan indirdikten sonra büyük bir hümanizm örneği gösterip “Kiliseler ve Okullar Kanunu” çıkararak Balkan devletlerinin kendi aralarında çözemedikleri meseleleri, yani hangi okulun ve kilisenin Sırp, Yunan ya da Bulgarlara ait olduğunu netleştirmişlerdi. Böylece Balkan ülkeleri arasında ittifak kurulmasını engelleyen en büyük anlaşmazlığı ortadan kaldırmış oldular.

“Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 4.Bölüm” okumaya devam et

Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 3.Bölüm

Enver Paşa Anısına…

Mahmut Şevket Paşa suikastı dolayısıyla İttihatçılar sert tedbirler alıp adeta sıkıyönetim ilan ettiler. Yeni Sadrazam Said Halim Paşa bir harp divanı kurdu. İstanbul Muhafızı Cemal Bey adeta bir tedhiş hareketine girişti; suikast ile alakalı pek çok tutuklamalar yaptı. Amaç katilleri yakalamak olsa da bu işi, İttihatçı muhaliflerini bastırmak için bir fırsata da çevirdiler.

“Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 3.Bölüm” okumaya devam et

Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 1.Bölüm

Neden Enver Paşa’dan bahsediyoruz? Osmanlı’da pek çok paşa vardı: Sokullu Mehmet Paşa’dan Hain Ahmet Paşa’ya, Çandarlılardan Köprülülere… Pek çok paşa geldi geçti. Saydıklarımdan çoğu –hatta Ahmet Paşa hariç– hepsi de veziriazam, ya da başka bir deyişle sadrazam olmuştur. Yılmaz Öztuna, “başbakan” derdi. Enver Paşa ise hiç sadrazam olmadı. Peki, neden Enver Paşa’dan bahsediyoruz?

Bu sorunun en son muhatabı bile olamam. Günümüzdeki yazarlar bir yana, Şevket Süreyya Aydemir tıpkı Tek Adam ve İkinci Adam kitapları gibi Enver Paşa hakkında da üç ciltlik bir seri kitap yazmıştır.

“Enver Paşa : Yükseliş, Güç ve Çöküş | 1.Bölüm” okumaya devam et

Cevri Kalfa’nın Kül Çanağı: Osmanlı Tarihini Değiştiren Sessiz Kahraman

Cevri Kalfa’nın Kül Çanağı

Sıradan bir kadıncağız ve basit bir çanak, dünyanın en önemli imparatorluklarından birinde kritik bir rol oynayıp tarihte bir dönüm noktası meydana getirebilir miydi?

Osmanlı İmparatorluğu, Muhteşem Yüzyıl’daki ihtişamını artık kaybetmişti. Önce yavaş yavaş durakladı, sonra gerilemeye başladı. Önce Macaristan ve Orta Avrupa’yı, daha sonra 1768–1774 Osmanlı-Rus savaşında yenilince — Küçük Kaynarca Antlaşması ile 1774 yılında — Karadeniz’in kuzeyindeki Kırım Hanlığı’nı kaybetti.

“Cevri Kalfa’nın Kül Çanağı: Osmanlı Tarihini Değiştiren Sessiz Kahraman” okumaya devam et

Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 5. Bölüm

Yapardı. Napolyon gibi bir adam bir son hamle yapardı ve yaptı da:
Napolyon Bonapart, Elbe Adası’na sürülmüştü ama bu sürgün normal bir sürgün değildi. Kalebentlik gibi Mithat Paşa’nın Taif’te bir kalede zincirlenmesi gibi değildi; anlaşma sonucu tahttan inmişti ve Elbe Adası’nda otonom bir kral gibiydi. Maiyeti vardı ve saygınlığı devam etmekteydi; gelgelelim ada İngiliz gözetimi ve kuşatmasındaydı.

“Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 5. Bölüm” okumaya devam et

Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 4. Bölüm

“Arkası yarın” dedik ama aradan pek çok gün geçti. Neyse, eski bir devlet büyüğümüzün sözüyle devam edelim o hâlde:
“Nerede galmıştık?”

1812 yılında Napolyon’un Büyük Ordu (Grande Armée) ile Rusya’yı işgal harekâtı, aslında kendi sonunun da başlangıcıdır. Yaklaşık 700.000 kişilik ordusuyla Moskova’yı işgal etmeyi başardı; gelgelelim Ruslar bölgeyi boşaltırken yiyecek bırakmamış, ekinleri de yakmışlardı. Napolyon’un ordusunda lojistik sorunlar baş göstermeye başladığı gibi havalar da çok soğumuştu. Yani Rusların en büyük müttefiki “General Kış” yetişmişti. Fransız ordusu açlığın yanı sıra en büyük darbeyi bu kara kıştan yemişti. Soğuktan, açlıktan ve hastalıktan verilen kayıpları Rus ordusu bile bu kadar verdirtemezdi.

“Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 4. Bölüm” okumaya devam et

Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 3. Bölüm

Nerede kalmıştık? 😊

Napolyon en son Doğu Seferi’ndeydi. Akka Kuşatması’nda Osmanlı kale muhafızı Cezzar Ahmet Paşa kararlı ve cesurca direnmiş ve Fransız düşmanı İngiliz donanması, Amiral Nelson komutasında yardıma yetişmişti. Büyük Napolyon, apar topar kuşatmayı kaldırıp önce Mısır’a kaçmıştı. İstihbaratı iyiydi; ülkesi Fransa’daki iç karışıklığı duyunca emir komutayı emrindeki subaylara devredip gizlice Fransa’ya geldi. Orada çok destekçisi vardı. Bir darbeyle önce konseyin 1. adamı oldu, sonra da bu avantajla siyasi dehası sayesinde ülkenin tek hâkimi olmayı başardı. Kral da daha önce idam edilmişti zaten.

“Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 3. Bölüm” okumaya devam et

Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 2. Bölüm

Napolyon Bonapart
Karmaşık konulardır…
Napolyon, gerek iç isyanları bastırması gerekse siyasi bağlantıları sayesinde Tümgeneral rütbesiyle Kuzey Alp Komutanlığı’na atandı. İtalya Seferi’nde oradaki Avusturya ordularını 18 meydan muharebesinde arka arkaya yendi. Bu başarı, Napolyon’u Fransa çapında bir efsane haline getirdi. Bu özgüvenle Mısır Harekâtı’na girişti. Güçlü İngiliz donanmasını atlatıp, resmen Osmanlı’ya bağlı ama fiilen Memlük beylerinin emrindeki orduyu Piramitler Savaşı’nda mağlup etti.

“Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 2. Bölüm” okumaya devam et

Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 1. Bölüm

Askeri okulda arkadaşları kısa boylu bir öğrenciye “Sen ata bininceye kadar savaş çoktan biter.” diyerek dalga geçerler. O da der ki: “Ben savaş başlayınca ata binmeyeceğim, ben ata bindiğimde savaş başlayacak.” Bahsettiğimiz kısa boylu öğrenci Napolyon Bonapart’tır. Ayrıntı yapmaya kalkarsak tek cilt kitaba sığmayacağından özetin özetini anlatmaya çalışalım:

“Napolyon Neden Bu Kadar Ünlü? | 1. Bölüm” okumaya devam et

Kaçan Değil Kovalayanın Kaybettiği Savaş!

“Doğu ve Orta Doğu için bir geminin daha önce hiç getirmediği kadar fazla katliam, sefalet ve yıkım getirmiştir.”
Winston Churchill

Pek çok atasözü vardır: Kaçanın anası ağlamamış, erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır, itle dalaşma çalıyı dolaş… Doğru ya da yanlıştır; genellikle lokal olaylarla ilgilidir bu sözler. Fazla uzatmayalım çünkü Ahmet ile Mehmet’i 14 kişi kovalarsa dünya tarihi değişmez.

“Kaçan Değil Kovalayanın Kaybettiği Savaş!” okumaya devam et

İmkansız Sadece Biraz Zaman Alır

Ünlü yazar Stephan Zweig bir gemi yolculuğundadır. Eski zamanlara nazaran gemiler elbette daha hızlıdır. Yataklar konforludur; içinde yiyecek ve içecekler olan güzel bir restoran, oyun ve eğlence amaçlı bir salon, seçkin konuklarla sohbet imkânı çoktur ve kitap okuma şansı da vardır. Seyahat bir haftayı aşınca üstat sıkılmaya başlar, derin düşüncelere kapılır ve aklına Portekizli bir adam gelir. (Bir kitap yazmaya başlar; eşsiz bir kitaptır ama zaten bir tarihçi olarak konu malumdur. Şimdilik ünlü yazarı hem bir yana bırakalım hem de tamamen bırakmayalım; onun eşsiz bilgilerinden ara sıra yararlanacağız.)

“İmkansız Sadece Biraz Zaman Alır” okumaya devam et

İyi Zamanlardı Kötü Zamanlardı

İyi zamanlardı, kötü zamanlardı; bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı; inanç dönemiydi, şüphecilik dönemiydi; aydınlığın mevsimiydi, karanlığın mevsimiydi; umut baharıydı, umutsuzluk kışıydı. Öncemizde her şeyimiz vardı, öncemizde hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk, hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk. Kısacası o dönem de bugün gibiydi; öyle ki dönemin en gürültücü yetkililerinden kimileri, hem iyisi hem de kötüsü için ‘en’ ile başlayan kıyaslamalarda ısrarcıydılar.
— İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens (1859)

“İyi Zamanlardı Kötü Zamanlardı” okumaya devam et

THYMOS: Gladyatörden Milli Futbolcuya Uzanan Zafer Arzusu

İnsan, yapısı itibarıyla hayatta kalma ve kendini gösterme eğilimindedir. Çocukken kardeşler arasında başlayan “daha iyi evlat” olduğunu kanıtlama çabası, okul döneminde “daha iyi öğrenci” olduğunu öğretmene yazılı ve sözlü olarak ispatlama çabasına evrilir. Bu çabalar bir noktada güzel de şeylerdir.

Bu durum, kadim zamanlardan beri insan doğasında var olan hayatta kalma dürtüsünün daha sonraları onay alma ihtiyacına evrilmesi olarak yorumlanabilir. Bu dürtü insanda hep vardı. Üreme ve soyun devamı için alfa görünmeye çalışmak biyologların konusu olsa da, asıl konumuz bu değil.

“THYMOS: Gladyatörden Milli Futbolcuya Uzanan Zafer Arzusu” okumaya devam et