Su kaynakları ve çeşmeler… Ne kadar sıradan görünür, değil mi? Oysa aslında sıra dışıdırlar. Çünkü bu kaynaklar, eski inançlara göre periler tarafından korunur. Anadolu’da bu periler, Yunan-Roma kültürünün bir parçası olarak Nimfheler (Nymphe) adını alır.
Peki ya 11.yüzyılın sonuna doğru resmi olarak Anadolu’ya akın akın gelen Türkler, yani tarihsel adlandırmayla Selçuklular?
Onlar da yanlarında Orta Asya’dan kendi su perilerini getirdiler. Bu kez onların adı, şamanist kültürdeki karşılıklarıyla “su iyeleri” idi. Aslında farklı adlarla anılsalar da aynı işlevi taşıyorlardı:
Çeşmeleri, pınarları, kaynakları koruyan ruhlar ya da yarı ilahi varlıklar. Bu varlıklar genellikle dişiydi, çekiciydi ve büyüleyici güçlere sahipti. Belki de bu inancın temelinde yatan amaç, su kaynaklarının boşa harcanmasını önlemekti. Bunu kesin olarak ispatlayamasak da şunu biliyoruz: Su kaynakları tarih boyunca saygı gösterilen mekânlar olmuştur.
Hatta günümüz Türkiye Türkçesinde sıkça kullanılan:
- “Su gibi aziz ol”
- “Su gibi git, su gibi gel”
- “Su verenin çok olsun”
gibi deyimlerin derin katmanlarında bu zihniyetin izleri bulunabilir.
💧Su; hayat verendir, can alandır, berekettir ve belki de en önemlisi, “ilk madde”dir. Yaratılmış olan her şeyin potansiyeli bu ilksel kaosta gizlidir. Sümer’den Mısır’a, Orta Asya’dan Kuzey Avrupa’ya kadar pek çok mitoloji bunu savunur. İbrahimî dinlerde de benzer bir düşünce mevcuttur; çünkü su varsa hayat vardır, yoksa canlılık da yok olur.
Tarımı besleyen, insanın varoluşunu sürdüren bu yaşam kaynağı elbette insan zihninde korunmaya layık görülmüştür. Ve işte bu yüzden, su iyeleri ya da Nimfheler, kolektif bilinçte bir koruyucu figür olarak hayal edilmiştir.
Yayımlayan