İmkansız Sadece Biraz Zaman Alır

Ünlü yazar Stephan Zweig bir gemi yolculuğundadır. Eski zamanlara nazaran gemiler elbette daha hızlıdır. Yataklar konforludur; içinde yiyecek ve içecekler olan güzel bir restoran, oyun ve eğlence amaçlı bir salon, seçkin konuklarla sohbet imkânı çoktur ve kitap okuma şansı da vardır. Seyahat bir haftayı aşınca üstat sıkılmaya başlar, derin düşüncelere kapılır ve aklına Portekizli bir adam gelir. (Bir kitap yazmaya başlar; eşsiz bir kitaptır ama zaten bir tarihçi olarak konu malumdur. Şimdilik ünlü yazarı hem bir yana bırakalım hem de tamamen bırakmayalım; onun eşsiz bilgilerinden ara sıra yararlanacağız.)

Portekizli bir adamdan bahsediyorduk en son ara cümleden önce, o halde devam edelim:
Bu adam, ünlü yazardan yaklaşık 4 asır önce yaşamıştır. Küçük yaşlardan itibaren denizciliğe ilgisi olan bir çocukken, kendisiyle birlikte hayalleri de büyüyen bir insana evrilmiştir. O zamanlar dünyanın yuvarlak olduğu biliniyordu; gelgelelim bunu hiçbir insan fiilen ispatlamamıştı. Bu gerçek, teori düzeyindeydi.

Bahsettiğimiz kişi belki de çoğunuzun tahmin edebileceği üzere Ferdinand Magellan’dır. Hayatın olağan akışı gereği Magellan, gene Magellan olarak doğar, büyür, yaşlanır ve ölürdü. Gelgelelim onu tüm dünyaya tanıtan ve bir noktada ölümsüz kılan ilk adım, Portekiz donanmasına girişidir. Onu ilk bakışta diğer denizcilerden ayıran hiçbir fark yoktur; hatta belki fazla sakin ve sıradan görünmektedir. Farkı yaratan detaylardır. O, müthiş bir azme sahipti, inançlıydı ve bazen sinir bozucu seviyede sabırlıydı. Ama ikna gücü pek o kadar da iyi değildi.

Portekiz kralına dünyayı dolaşma fikrini anlatıp destek istese de aradığını bulamaz. Daha önce Bartolomeu Dias, Afrika’nın en güneyindeki Ümit Burnu’nu bulmuştu. Vasco da Gama da onun bulduğu yoldan Afrika kıtasını çevresinden turlayıp Hindistan’a ulaşmıştı.
Magellan ise, “Madem dünya yuvarlak, ben bu işi tersinden yapacağım,” demişti. Ama bu fikri hem masraflı hem de riskli bir macera olarak değerlendiren Portekiz Kralı I. Manuel ona sırt çevirince, zaten Portekiz ambargosunu kırmaya çalışan İspanya Kralı, 18 yaşındaki genç I. Carlos’tan (yani namıdiğer Şarlken) yardım ister. Zaten direkt bir savaş seferi olmadığı için İspanya Kralı Şarlken, pek çok gemi ve epey maddi yardım, ayrıca vatandaşlık hakkı vererek Magellan’a yol açtı.

İşler ilk başta iyiydi. Brezilya kıyılarına birkaç haftada indiler. İşler iyiydi. İkinci aşama, güneye ilerleyip sağdan kıtayı yarmaktı. Amazon Nehri ağzına geldiklerinde, “İş aslında basitmiş,” diye düşündüler. “Kıtanın geçidini bulduk,” dediler.
Kazın ayağı öyle değildi. Amazon çok geniş bir aralıkta döküldüğü için -ki Avrupa’da hiçbir nehir ağzı, Tuna dahil, böyle olmadığından- geçidi bulduk zannedip girdiler, günlerce girdiler.
Tabii nehir iyice daralınca, neden sonra hatayı fark ettiler. Geri dönüş de işin sağlamasıydı. Güneye inmeye devam ettiler. İndikçe indiler. Güney Amerika, güneye doğru epey uzundur. Hatta Şili, dünyada en fazla meridyene sahip, dünyanın en uzun ülkesidir.
İndikçe indiler, herhangi bir geçide ulaşamadılar. Hava gitgide soğumuştu. Antarktika artık o kadar da uzak değildi. Tayfalar ve bazı asilzade kaptanlarda yılgınlık, bıkkınlık, umutsuzluk – ne denirse – zaten vardı da iyice ayyuka çıkmıştı.

Yol bitmek bilmiyordu. İsyanlar bariz hâle gelmişti. Magellan ise inatçıydı. İbret-i âlem için asil bir kaptanı bile ölüme terk etti. En önemli denizcilerden Sebastian del Cano bile artık onun karşısındaydı.
Sonunda Arjantin ve Şili’nin epey güneyinde, artık kutba yakın, insanların yaşamadığı ya da çok az yaşadığı – günümüzde artık kullanılmayan, çünkü sonradan Panama Kanalı yapılmıştır – Magellan Boğazı’na giriş yaptılar.
Bu geçit labirentten farksızdı. Onlarca çıkmaz körfezde haftalarca oyalandılar. Nihayet deneme-yanılma yoluyla bu yıpratıcı süreçten çıktıklarında iş yeni başlıyordu:
Dünyanın en büyük okyanusu olduğu için “Büyük Okyanus” denen yere merhaba dediler. Ucu bucağı olmayan bu okyanusta gece aynı, gündüz aynıydı. Gittiler, gittiler. Psikolojisi bozulanlar bir yana, pek çok denizci ölmüştü. Bunlardan biri de Magellan’dı.

Daha önce ulaştığı yere ters taraftan ulaştıktan sonra, Doğu Hint Adaları’ndaki bir mücadelede öldürüldü.
Pek çok gemiyle çıktıkları seferi, hem arkadaşı hem de sonra karşı karşıya geldiği Sebastian del Cano’nun kaptanlığını yaptığı tek gemi tamamlamıştı.
Del Cano, alkışlarla İspanya’da karşılanırken 270 denizci ve savaşçıdan geriye sadece 18 kişi ve tek tabanca Victoria gemisi kalmıştı.

Bir varmış, bir yokmuş…

Yayımlayan